Seven Kalp İyileştiriyor




Eskilerin ölülerini uğurlamak için bazı kadim gelenekleri varmış. Bir sevdiğini kaybedenin  elleriyle onu ebediyete uğurlaması bunlardanmış. Söylenemeyen sözlerin, edilemeyen vedaların dile geldiği bu anlarda, kalpler ölümü kabullenmeye başlarmış. Gidenin ardından yakılan ağıtlar, kalanın ıstırabını hafifletmese de acıyı kabullenmesini sağlarmış. Sevdiğini ebedi ikametine uğurlamanın hikmetine inanılırmış.

Ölüm beni ilk defa, çocuk yaşımda, okula gitmek üzere oturduğum kahvaltı masasında bulduğunda, bu ritüellerin derinliğini kavrayabilecek yaşta değildim. Yatağın üzerine koyduğum okul kıyafetimin, takmaya karar verdiğim tokamın, kapının yanında duran ve o günün ders kitaplarıyla doldurduğum çantamın beni ne kadar o vaziyette beklediklerini, yirmi iki yılın ardından hatırlayamıyorum. Ama kardeşimin son nefesini verirken çektiği acıyı, gece nöbetinden henüz dönmüş babamın acı haykırışlarını, annemin sessiz gözyaşlarını, ağladığını hiç görmediğim ağabeyimin hıçkırıklarını, hayatın bir dakikasını bile doldurmayan ama benim zihnimde yirmi iki yıl yaşayan o anları tüm canlılığıyla hatırlıyorum. 

Kahvaltı masasından mezarlık çukuruna savruluşuma kadarki bana acı veren tüm bu anıların, aslında iyileşme sürecime katkısını, ölümün yirmi bir yıl sonra gelen ikinci  ziyaretinde ancak algılıyorum. 

Kardeşimin nadir görülen bir hastalıkla doğmasının, kalbinin deliklerle dolmasının, vücudunun formu bozuk uzuvlarının, eve acil durumlar için alınan oksijen tüpüne sıklıkla başvurulmasının, doktorların zaten ölür diye onu gözden çıkarmasının, yani ölümün geleceğine dair bu sürekli ikazlarının, kalbimi o ana hazırlamaya başladığını, ancak idrak edebiliyorum. Cenaze günü komşuların toplanması, birlikte yas tutulması,  kardeşimin bebek bedeninin ebedi yerine hazırlanması, toprağın ona açılan oyuğuna konması, üzerinin kapatılması, bu esnada duaların okunması, dünyadaki kısa süreli ziyaretinin sayılı temsillerinden olan mezar taşı, toprağına ilk göz yaşlarının akıtılması, kalabalığın zamanla azalması, artık acıyla baş başa kalınan anların başlaması, geride kalan eşyaların toplanması, bir süre gözden uzak bir yerde saklanması.. Ölümün tüm bu ritüellerinin, aslında, farkında olmadan, ölümü kabulü kolaylaştırdığını, kardeşime dair mutlu anlardan oluşan o buzdan kütleyi kırmamı ve gerçekliğin değiştirilemez sonunu kabul etmemi sağladığını yeni anlayabiliyorum. Eskilerin gideni uğurlamasındaki hikmeti yirmi iki yıl sonra keşfediyorum. 

Ölüm yirmi bir yıl sonra hayatıma, bu sefer bir sinyal dahi vermeden öylece gelivermiş ve bebek yaştaki kedimi de beraberinde götürüvermişti. Aklımda tüm canlılığıyla, türlü yaramazlıklarıyla, oradan oraya koşturmalarıyla, mutfak dolaplarının üzerinde dolaşmalarıyla, koltukların kimsenin göremediği köşelerinde ne aradığını bir türlü çözemediğim merakıyla yer edinmiş kedimin ani ölümüne telefon ahizesinden dahil oluşum, bu hatıraları ölümle bağdaştırmamı, hayatın en diri formunu temsil eden varlığın artık cansız olan bedeninin bir zeytin ağacının altında yatıyor oluşunu kabullenmemi, ona dair mutlu anlardan oluşan o buzdan küreyi parçalamamı zorlaştırmıştı. 

Üstelik o kürenin içerisine, zihnimde aslında belirgin olmayan ama o haberi almamla bir varlık kazanan o güne dair tüm ayrıntılar da dahil olmuştu. Üstümdeki tüm sorumlukları tamamlamanın, beni bir süre felç bırakacak bir çıkmaz için hazırladığına dair geliştirdiğim hastalıklı inanış da bunlardandı. O günden sonra geliştirdiğim yarım bırakılan işlerin hayatla olan bağlarımı kuvvetlendireceğine dair  bu sakat inanış, beni, bir şeyleri bitirmekten alıkoymaya başlamıştı. Zihnimde donup kalan bu hastalıklı algıların buzunu, kedimin anılarıyla birlikte kırmaya ihtiyacım vardı. 

Bu ihtiyaç, dermansız parmaklarımı ilk defa yapacağı bir şeye -yazmaya- sevk etti. Kedime yapamadığım vedayı, hiç durmadan, saatlerce yazdığım sayfalarda yaşadım. Yazının sonunda, onu tertemiz örtülere sardım, mis kokulu tüylerinden son bir öpücük aldım, bedenini son kez bağrıma basarak itinayla kazdığım yuvasına onu sarsmadan ellerimle yatırdım.  Yazarken iyileşmedim ama en azından onunla vedalaştım. 

Dünya hala içinde şifanın da olduğu bir yermiş, şifanın yazmakla geldiğini görünce anladım. O şifanın bu acıyı yaşayan herkesi tez zamanda bulmasını dilerim. 

Bu arada, iyi bir haberin müjdesini verebilirim. Sevgiyi, sadece tesadüf olmayan bağlarla sınırlandırmayan bir kalbin, daha hızlı iyileştiğini söyleyebilirim. Sevebilen kalp, sevdiğinin sonsuzluğa karışan ruhuna değmesi umuduyla, sevmeye devam ediyor. Sevdiğinin kısıtlı varlığının sınırlarını aşıyor. Kalbinden akanların bir yerlerde, ona tekrar dokunmasını umut ediyor. O dokunduğu yerlerden kendi şifasını da buluyor. Seven kalp iyileştiriyor.. 




1 10 yorum

  1. Yüreğine eline sağlık, duygularını
    çok güzel ifade etmişsin canım.

    YanıtlaSil